Cenâb-ı Hak, insanlığın babası Hz. Âdem'i yaratmıştı. Başını kaldırıp bakan Âdem (a.s. ), Arş-ı A'lâda muazzam bir
nur ile bir isim yazılı gördü: "Ahmed."
Merak edip sordu:
"Ya Rabbi, bu nur nedir?" Allah Teâla buyurdu:
"Bu senin zürriyetinden bir peygamberin nûrudur ki, onun ismi göklerde Ahmed ve yerlerde Muhammed'dir. Eğer, o olmasaydı, seni yaratmazdım!" (Kastalanî, Mevahibü'l-Ledünniye: 1/6)
İmanımızla kabul ettiğimiz bu muazzam gerçeği, milyarlar sene sonra gelen o nûrun sahibi de bütün açıklığıyla ifade buyurmuşlardır:
Bir gün ashabdan Abdullah bin Câbir (r.a.),
"Yâ Resûlallah, bana, Allah'ın her şeyden evvel yarattığı şey nedir, söyler misin?" dedi. Şu cevabı verdiler:
"Her şeyden evvel senin Peygamberinin nûrunu, kendi nurundan yarattı. Nur, Allah'ın kudreti ile dilediği gibi gezerdi. O zaman ne Levh-i Mahfuz ne kalem ne Cennet ne Cehennem, ne melek ne semâ ne arz, ne güneş, ne ay, ne insan ve ne de cin vardı."(Kastalanî, Mevahibü'l-Ledünniye:1/7)
Semâyı bütün haşmetiyle aydınlatan nûr, sonra ilk olarak Hz. Âdem'in alnında parladı. Sonra peygamberlerden peygambere geçerek İbrâhim'e (a.s.) kadar geldi. Ondan da oğlu Hz. İsmâil'e intikal etti.
(Sorularla İslâmiyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder